Bilim dünyasında zaman zaman öyle yöntemler ortaya çıkar ki, hem keşfedildiği laboratuvarın sınırlarını aşar hem de yıllar sonra sahiplerini Nobel’e taşır. Maxicell yöntemi tam da böyle bir kilometre taşıdır. E. coli bakterisinde yalnızca plazmit kökenli proteinleri “ışıklandırarak” görünür hâle getirmek fikri, 1970’lerin sonunda Yale Üniversitesi’nde doktora sonrası çalışmalarını sürdüren genç bir Türk bilim insanı olan Aziz Sancar düşündü. O günlerde DNA onarımını araştıran laboratuvarlar, hangi proteinin hangi gen tarafından kodlandığını ayırmakta zorlanıyordu. Sancar’ın çözümü, UV ışığıyla kromozomal DNA’yı parçalanmaya zorlamak, plazmit DNA’sını ise sağlam bırakmaktı. Böylece kromozom kökenli protein sentezi duruyor, plazmit kökenli proteinler ise “ışıltılı” bir şekilde ortaya çıkıyordu.
Yöntemin Keşfi ve İnovasyon Süreci
Aziz Sancar’ın bu fikri test etmek için ilk adımı, DNA tamirinde UV ışığının yıkıcı gücünden faydalanmak oldu. UV dozu ayarlandı, ardından bakteriler radyoaktif amino asitlerle beslendi. Sonrasında yapılan SDS-PAGE analizlerinde yalnızca plazmit proteinlerine ait bantlar belirdi. Deney, beklenenden de büyük bir etki yarattı: Artık bilim insanları plazmit kaynaklı gen ürünlerini izole edip karakterize edebilecekti.
Bu başarı tesadüfle açıklanamaz; burada oyun teorik bir bakış açısıyla “bilimsel strateji”den söz etmek mümkün. Sancar’ın hamlesi, laboratuvar kaynaklarını minimum maliyetle maksimum yenilik değerine dönüştürdü: Sınırlı radyoizotop, ucuz UV lambası, basit jel elektroforezi. Eğer bilimsel keşifleri bir “bilgi oyunu” olarak görürsek, Sancar rakip hipotezlerin hepsini aynı anda çürüten ve kendi hipotezini doğrulayan tek atışlık ideal stratejiyi seçmişti.
Maxicell’in DNA Onarım Araştırmalarına Katkısı
-
UvrA, UvrB, UvrC proteinlerinin tanımlanması
-
ABC eksinükleaz mekanizmasının aydınlatılması
-
Fotoliaz (photolyase) geninin ilk kez klonlanması
Bu buluşlara doğrudan Maxicell üzerinden erişildi. Maksimum faydayı sağlamanın yolu, yöntemin sunduğu “sinyal-gürültü” oranını fırsata çevirmekti: Gürültü (kromozomal proteinler) ortadan kalkınca sinyal (plazmit proteinleri) bütün parlaklığıyla göründü. Böylece nükleotid eksizyon onarımı mekanizmasının temel aktörleri birer birer kataloglandı.
Nobel’e Uzanan Yol
Aziz Sancar 1982’de UNC Chapel Hill’e geçtikten sonra aynı tutarlılıkla DNA onarımını parçalara ayırmaya devam etti. On yıllar boyunca ortaya koyduğu veriler, 2015’te Tomas Lindahl ve Paul Modrich ile paylaştığı Nobel Kimya Ödülü’ne zemin hazırladı. Ödül gerekçesinde “hücrelerin bozulmuş DNA’yı nasıl onardığını ve genetik bilgiyi korumak için yaptıkları karmaşık işlemlerin aydınlatılması” vurgulandı.
Bir Bilim İnsanı, Bir Ulus ve Anıtkabir

Ödül töreni sonrasında Aziz Sancar, Nobel madalyasını ve sertifikasını Ankara’daki Anıtkabir’e armağan etmeye karar verdi. Bu karar, hem Atatürk’e duyduğu minnetin hem de bilimi ulusuna adama geleneğinin somut göstergesiydi. Madalyanın kabulü için Anıtkabir Komutanlığı bünyesinde özel bir komisyon kuruldu; komisyon üyelerinden biri de babam Yavuz Ortaakarsu idi. Babamın tutanağa attığı imza ile ödülün ulusal mirasa kazandırılmasında adı geçmişti. Böylece madalya, Atatürk’ün mozolesinde sergilenen ilk Nobel madalyası olarak tarihe geçti.
Maxicell Yöntemi Günümüzde Nerede Duruyor?
Bugün Maxicell hala:
-
Protein üreten plazmitlerin doğrulanması
-
Rekombinant protein fazlalığını azaltmak
-
DNA-damage bypass proteinlerini izlemek
için tercih edilen pratik ve düşük maliyetli bir araç. CRISPR devrimiyle birlikte genom düzenleme hızlandı; fakat Maxicell hâlâ “sistemi basitleştirerek net sinyal elde etme” stratejisinin eşsiz örneği olarak ders kitaplarında yerini koruyor.
Babam Yavuz Ortaakarsu’nun Tanıklığı
Ödülün Anıtkabir’e teslimi günü babam, komisyon masasında “Bu sadece bir bilim madalyası değil,” der, “Bu, Atatürk’ün eğitim sisteminin ve yeniliklerin meyvesiydi.” Onun imzası, benim için bilimsel ilhama dönüşen bir aile mirasıdır. Maxicell’in özgünlüğüne ve gelecekte Nobel Ödülüne uzanan gelişmelere temel oluşturmasına hayranlık duyan biri olarak, Aziz Sancar’ın günümüzdeki başarısında ailemden bir imzanın eşlik etmesi tarifsiz bir gurur.
Neden Maxicell Hâlâ Önemli?
-
Basitlik: Ek cihaz gerektirmez, UV lambası ve jel sistemi yeterli.
-
Yüksek Spesifite: Plazmit proteini dışındaki tüm sinyaller susturulur.
-
Uyarlanabilirlik: Farklı bakteri suşlarına ve plazmitlere kolayca uygulanır.
-
Köprü Rolü: Temel biyoloji ile biyoteknoloji arasında düşük maliyetli bir köprü.
İşin ekonomik boyutunu da oyuna katarsak, Maxicell düşük bütçeli laboratuvarların “inovasyon sahnesine” çıkmasını sağlayan bir stratejik araçtır. Küçük ekipler, sınırlı fonla büyük keşifler yapabilir; tıpkı Sancar’ın yaptığı gibi.
Aziz Sancar’ın Maxicell ile ilgili makalesine ulaşmak için Structure and Function of DNA Photolyase and Cryptochrome Blue-Light Photoreceptors
Sonuç: Bilimsel Strateji, Ulusal Hafıza ve Kişisel İlham
Maxicell yöntemi yalnızca laboratuvar protokolü değildir; stratejik düşüncenin, bilimsel merakın ve toplumsal sorumluluğun buluştuğu kesişim noktasıdır. Aziz Sancar’ın, metodolojik yaratıcılığı gelecek çalışmalarıyla Nobel zemin hazırlarken, Nobel ödülü aldığında Nobel’i de Anıtkabir’e taşıyarak bilimin değerini halka mal etmiştir. Bu öyküde babam Yavuz Ortaakarsu’nun imzası sayesinde ben de bir parça yer alıyorum. Bilimsel keşiflerin ardında hem bireysel zekâ hem de kolektif bilinç vardır; Maxicell bunun kanıtıdır. Siz de bu yazıyı paylaşarak hem Maxicell’in hikâyesini duyurabilir hem de bilimin toplumsal dönüşüm gücüne katkıda bulunabilirsiniz.
Menu
Biraz Müzik İyi Gider! Playlist’i Kaydet ve Odaklanmak için Spotify Hesabından Her Zaman Ulaş. Play’e Basmayı Unutma ;)
Videolara Göz At! Artık Her Şey Hareketli! Yeni Bilgiler Edin! Moleküler Dinamik Simülasyonları Bilimin Önemli Konularından.